LUKACS (1885-1971)
Georg Lukács, Macar edebiyat eleştirmeni, edebiyat kuramcısı, Marksist teorisyen ve filozofdur. Toplumların ekonomik yapıları ile kültürel ve toplumsal ilişkiler arasındaki etkileşimi inceler.
Şeyleştirme kavramı nesnelerin ve hatta insanın bir meta olarak görülmesini, maddeleşmesini anlatır. Şeyleştirmeyi aşmak ancak proletaryanın sınıf bilinci ve praksisi sayesinde gerçekleşebilir. Tarihsel materyalizm’de toplumsal ve kültürel dinamikleri vurgulayıp, ekonomik determinizmden uzaklaşmasıyla bazı Marksist düşünürlerce revizyonist olarak değerlendirilmiştir.
BLOCH (1885-1977)
Ernst Bloch, Alman filozofdur. Bilinen eseri Umut Ülkesi’nde ekonomik unsurları temel olarak kabul etse bile, üst yapıyı vurgular. Özne ile nesnenin dinamik ilişkisi, umut, açlık gibi kavramları öne çıkararak diyalektik materyalizmden uzaklaşır. Ona göre sanat, insanları toplumsal değişim ve daha iyi bir gelecek için harekete geçirebilecek bir araçtır.
GRAMSCİ (1891-1937)
Antonio Gramsci, İtalyan filozof ve siyasi teorisyendir. Mussolini rejimi tarafından hapsedildiği yıllar boyunca yazdığı Hapishane Notları adlı kitabı düşüncelerinin ana hatlarını içerir ve Marksizm, tarih, kültür ve siyaset üzerine analizler yapar.
Gramsci'nin en önemli katkılarından biri kültürel hegemonya kavramıdır. Bu kavram, bir toplumda egemen sınıfın, ideolojisini ve değerlerini yayarak diğer sınıfların kabul etmesini sağlamasını ifade eder.
Gramsci, toplumsal değişim süreçlerini anlamak için "pasif devrim" kavramını kullanır. Bu kavram, devrimlerin yalnızca aktif mücadele ile değil, sosyal değişimlerin zaman içinde gerçekleştiği daha dolaylı yollarla da olabileceğini ifade eder.
LEFEBVRE (1901-1991)
Henri Lefebvre, Fransız filozofdur. Dogmatizmden uzak bir Marksizm, diyalektik hümanizm, yabancılaşmanın yıkılması üzerine düşünceler üretir. Modern toplumda gündelik yaşamın nasıl şekillendiğini ve bu yaşamın sosyal yapılar üzerindeki etkilerini ele alır.
ALTHUSSER (1918-1990)
Louis Althusser, Cezayir doğumlu Fransız filozofdur. Marksizm'i yeniden yorumlayarak, özellikle ideoloji ve devlet teorisi üzerine yoğunlaşmıştır. En önemli kavramlarından biri ideolojik devlet aygıtlarıdır. Bu kavram, eğitim, aile, medya gibi kurumların, egemen ideolojiyi yayma ve bireyleri toplumsal düzenin parçası haline getirme işlevlerini açıklar.
Althusser, yapısalcı bir yaklaşım benimsemiştir. Toplumun bir yapı olarak ele alınması gerektiğini savunur ve bireylerin bu yapı içinde nasıl şekillendiğini inceler.
Althusser, tarihsel materyalizmin yalnızca ekonomik temellerle sınırlı olmadığını, aynı zamanda ideolojik ve kültürel unsurların da önem taşıdığını vurgular. Bireyin öznel bir kimliği olmasının yanı sıra, sosyal ve politik yapılar tarafından nasıl şekillendirildiğini araştırır.
GRÜNBERG (1861-1940)
Karl Grünberg, Alman filozofdur. Horkheimer, Adorno, Marcuse, Fromm, Habermas ve Benjamin ile birlikte Frankfurt Okulu üyelerindendir.
Hegelci diyalektiği Marksizm bağlamında yorumlayarak, tarihsel süreçlerin ve toplumsal dönüşümlerin nasıl gerçekleştiğini analiz etmiştir. Sosyal bilimlerde toplumsal ilişkilerin belirleyici rolünü vurgulamış, bireylerin toplumsal yapı içinde nasıl konumlandığını incelemiştir. Felsefi eğitimin önemini savunmuş ve eğitim sistemleri üzerinde etkili olmuştur. Eğitimde sosyalist bir perspektifin benimsenmesi gerektiğini düşünmüştür.
HORKHEİMER (1895-1973)
Max Horkheimer, Alman filozofdur. Frankfurt Okulu'nun kurucu liderlerinden biri olarak eleştirel teorinin temelini atmıştır. Araçsal Aklın Eleştirisi adlı eserinde düşüncelerini açar.
Eleştirel teori, toplumun yapısını anlamak ve değiştirmek için sosyal bilimleri, felsefeyi ve Marksizmi birleştiren bir yaklaşımdır. Toplumun kültürel yapısını ve kültürel ürünlerin toplumsal ilişkilerle nasıl etkileşimde bulunduğunu araştırmıştır.
Kültür endüstrisi kavramını geliştirerek, modern toplumda kitle kültürünün birey üzerindeki etkilerini ele almıştır. Bireyin toplumsal yapılar içindeki rolü ve bu yapıların birey üzerindeki etkileri üzerine düşünmüştür. Bireyin özgürleşmesi için toplumsal yapıları eleştirel bir şekilde sorgulamanın önemini vurgular.
Horkheimer, otorite ve iktidarın doğasını incelemiş, modern toplumdaki iktidar ilişkilerini ve bu ilişkilerin bireyler üzerindeki etkilerini analiz etmiştir.
ADORNO (1903-1969)
Theodor W. Adorno, Alman filozofdur. Max Horkheimer ile birlikte Aydınlanmanın Diyalektiğini yazarlar. Kültür endüstrisi kavramı modern kapitalist toplumda kültürel ürünlerin nasıl standartlaştırıldığını ve bireylerin düşünce biçimlerinin nasıl şekillendirildiğini ele alır.
Adorno, sanatın toplumsal eleştirideki rolünü ve sanatın bireyler üzerindeki etkisini incelemiştir. Sanatın özgürleştirici bir potansiyele sahip olduğunu savunmuştur. Estetik teori adlı eserinde sanat eserini hakikatin kendisine dışarıdan bakılabildiği bir an olarak betimler. Bizi acı ile tanıştırıp, ortadan kaldırmanın yollarına işaret eder.
MARCUSE (1898-1979)
Herbert Marcuse, Alman filozofdur. Toplumsal yapıların, bireylerin gerçek özgürlüğünü engellediğini düşünür. Toplumsal değişimi mümkün kılmak için bireylerin ve grupların devrimci bir bilince sahip olması gerektiğini savunur. 1960'ların sosyal hareketleri üzerinde etkili olmuş, bu bağlamda gençlik ve feminist hareketlerle yakın ilişki kurmuştur.
Aydınlanmanın, ilerleme ve özgürlük vaadinin, aynı zamanda, baskıcı bir toplumsal yapının da oluşturulmasına yol açtığını söyler. Aydınlanma düşüncesinin eleştirisi, onun felsefi çalışmalarının önemli bir parçasıdır.
Marcuse, sanatın ve kültürel ürünlerin toplumsal değişimdeki rolünü de ele alır. Sanatın, baskıcı toplumsal yapıları sorgulamak ve bireylerin özgürleşmesine katkıda bulunmak için bir araç olabileceğini savunur.
FROMM (1900-1980)
Erich Fromm, Yahudi kökenli Alman psikanalist, sosyolog ve filozofdur. Psikoanalitik düşünceyi Marksist bir çerçeve ile birleştirerek, bireyin psikolojik durumunu ve toplumsal yapıların birey üzerindeki etkilerini inceler. Bireylerin içsel dünyaları ile toplumsal koşullar arasındaki ilişkiyi analiz eder.
Özgürlükten Kaçış adlı kitabında bireylerin özgürlüğe duyduğu korku ve bu korkunun, otoriter sistemlere yönelme eğilimiyle nasıl bağlantılı olduğunu tartışır. Sevme Sanatı adlı eserinde, sevginin bir eylem ve beceri olarak öğrenilebileceğini savunur. Sevgi, onun için insan ilişkilerinin temelini oluşturur ve toplumsal sağlığın göstergesidir.
Fromm, insan doğasının sosyal bir varlık olarak geliştiğini vurgular. Bireyler, toplumsal normlar ve değerlerle şekillenirken, aynı zamanda bu normları sorgulama ve dönüştürme kapasitesine sahiptir. Tüketim toplumunun, bireylerin kimlik ve mutluluk arayışını nasıl etkilediğine dair analizler yapmıştır. Fromm, bireyin özgürlüğü ile toplumsal yapılar arasındaki gerilimleri incelemiş, bireylerin toplumsal bağlamda nasıl şekillendiğini ve bu bağlamda nasıl özgürleşebileceğini sorgulamıştır.
HABERMAS (1929- )
Jürgen Habermas, Alman filozofdur. Habermas, ‘kamusal alan’ kavramıyla tanınır. Bu kavram, bireylerin özgürce tartışabildiği ve kamuoyunu oluşturduğu alanı ifade eder. Modern demokratik toplumlarda bu alanın önemini vurgular.
Habermas, iletişimsel eylem teorisini geliştirerek, dil ve iletişimin toplumsal etkileşimdeki rolünü incelemiştir. İletişimsel eylem, bireylerin ortak anlam oluşturma çabası olarak tanımlanır. Habermas, rasyonaliteyi sadece bilimsel ve teknik bilgiyle değil, aynı zamanda toplumsal etkileşim ve iletişimle de ilişkilendirir. Bu bağlamda, eleştirel rasyonalite kavramını geliştirmiştir. Demokrasi, onun için toplumsal katılım ve bireylerin eşit söz hakkına sahip olması anlamına gelir.
Habermas, etik sorunları da toplumsal bağlamda ele alır, modern toplumların rasyonelleşmesi sürecini eleştirel bir bakış açısıyla inceler, modernleşmenin bireyler üzerindeki etkileri ve toplumsal değişim süreçleri üzerine analizler yapar. Postmodern düşünceyi eleştirir, özellikle iletişim ve anlamın kaybolması konularında kaygılarını dile getirir. Onun için, iletişim ve toplumsal bağların önemi büyüktür.
BENJAMİN (1892-1940)
Walter Benjamin, Alman filozofdur. Ebiyat eleştirisi, sanat teorisi ve kültürel eleştiri alanlarında önemli katkılarda bulunmuştur. Sanatın özgürleştirici ve ilerici potansiyeline dikkat çeker, sanatın toplum için olması gerektiğini vurgular. Kapitalizmde, sanat eserlerinin mekanik üretimle nasıl dönüştüğünü, bu değişimin toplumsal ve politik etkilerini inceler.