JASPERS (1883-1969)
Karl Jaspers, Alman filozofdur. Varoluşsal felsefe, psikoloji ve din felsefesi alanlarında yaptığı çalışmalarla tanınır. Jaspers, insanın dünyayı ve kendisini anlama çabasında, felsefi düşüncenin bir araç olarak kullanılması gerektiğini savunur, bilim, dünyanın bütüncül bir kavrayışını sunamaz. Sürekli bir oluş sürecindeki benliğe Eksistans, nesneleşmiş zamansal ve mekansal insana Dassein adını verir. Bireylerin anlam arayışlarını ve bu süreçte karşılaştıkları zorlukları tartışır. Seçimlerde bulunma özgürlüğü, sevgi ve dasseini aşıp existans olabilme konularını irdeler. Ateizm, teizm, panteizm ve vahye dayalı dinleri reddeder, ona göre mutlak varlık; materyalizm, pozitivizm, natüralizm ve idealizmin ötesindedir.
SARTRE (1905-1980)
Jean-Paul Sartre, Fransız filozofdur. Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir ve felsefi, edebi eserleri ile insan özgürlüğü, sorumluluk ve varoluşun anlamı üzerine düşüncelerini ortaya koyar. En önemli eseri Diyalektik Aklın Eleştirisi’nde fenomenoloji (özellikle Heidegger’e yakın bir fenomenoloji) ile Marx’ın bir sentezini yapar.
Yönelimsellik; aşkınlık, yani bilincin dışarı doğru hareketidir. Yönelimselliğin keşfiyle ortadan kalkması gereken felsefi sorunlar dış dünyanın varlığı ve bilinebilirliği sorunlarıdır. Sartre’a göre yönelimsellik, dünya bilince nasıl beliriyor sorusuna verdiği yanıtın yanında, yönelimsellikten yola çıkarak kendinde varlığı da ispatlamamızı da sağlar.
Sartre, Ego’nun Aşknlığı adlı eserinde Descartes’ın ‘düşünüyorum o halde varım’ anlayışını reddeder. Bilinç, kendisini şeylerle ilişkisinden bağımsız olarak kavrayamaz. Sartre’a göre, Husserl’in fenomenolojik redüksiyonu, fenomenolojinin idealizme dönüşünün bir işaretidir.
Sartre Varlık ve Hiçlik adlı eserinde kendi-için-varlık (bilinç) ile kendinde-varlık (bilincin dışındaki gerçeklik) arasında bir ayrım yapar. Yönelimsellik bilincin dünyaya erişimidir. Dünyann bilince belirişi bir fenomenler dünyasının kendisini göstermesi değildir, insani bir dünyanın ortaya çıkması, insan gerçekliğinin açılmasıdır. Gerçeklik, kendisi-için-varlık ile kendinde-varlık’ın yönelimsel ilişkisine dayananarak kurulur. Bilinç nasıl bir dünyada yaşayacağını seçer. Kendisi-için-varlık tanımı itibariyla özgürdür. Varlık ile hiçliğin sentezi insanın gerçekliğidir.
Sartre, başkasıyla ilişkiyi, bir bakış fenomenolojisi çerçevesinde çözümler. Bakışın öznesi olduğumda başkasını nesneleştirmiş olurum. Nesneleştirme birinin üzerinde iktidar kurmayı, onun özgürlüğünü elinden almayı sağlar, fenomenolojisi, bir ezme-ezilme fenomenolojisi hâline gelir.
Sartre, Diyalektik Aklın Eleştirisi adlı kitabında, Marks’ın işçi sınıfının ortak praksisi yoluyla emeğin sömürüsüne dayanan kapitalizmi yıkarak evrensel özgürlüğü gerçekleştirdiği ereksel mantığı ve mekanizmi kabul etmez, ortak özgürleşmenin nasıl mümkün olabileceğini araştırır. Politik fenomenoloji olarak tekil bir olgunun karmaşıklığını hem yatay hem de dikey olarak çözümlemeyi önerir. Yatay çözümleme, bir olgunun karşımıza çıktığı koşulların çözümlenmesidir, Sartre bunu geri çözümleme olarak adlandırır. Olguda, verili koşulları aşmaya yönelik bir tasarı da bulunur, bu tasarıyı çözümlemek dikey bir çözümlemedir. Eylemin tasarı boyutu ihmal edilmemelidir.
Sartre, dizi ve kaynaşmış grup olarak iki temel toplumsal biçim tanımlar. Kaynaşmış gruba örnek olarak, işgalci kuvvetlerin istilâsına uğramış bir mahallede yaşayan insanların ortak direnişini gösterir. Başlangıçta, o mahallede kendi tekil sebebleri dolayısıyla oturanlar dizisel bir topluluktur. Ortak özgürleşmin kaynaşmış gruplar aracılığıyla olacağını söyler.
Sartre, varoluşçu ve ateist bir filozof olarak, aşkın değerleri ilâhiyat zemininde açıklamayı reddeder. Değerler benim onları seçmem, özgürlüğümün onları üstlenmesi, onlara bağlanmam yoluyla insani gerçekliğe girer. Sartre hesapsız ve keyfi özgürlüğün filozofu değildir. Sartre’ın sorumlu öznesi, tarihin anlaşılırlığını kurarak, onun da sorumluluğunu almalıdır.
İnsan özgürlüğe mahkumdur. Sartre insanın yaptığı işten dolayı sorumlu olduğunu ve bunu hiçbir zaman reddedemeyeceğini vurgular. Var olmak demek, kendi varoluşunu yaratmak demektir.
CAMUS (1913-1960)
Albert Camus, Fransız yazar ve filozofdur. Absürdizm, varoluşçuluk ve yaşamın anlamının sorgulanması üzerine düşünceleriyle tanınır.
Camus, yaşamın anlamının sorgulanmasıyla ortaya çıkan absürd (saçma, irrasyonel) durumu ele alır. Ona göre, insanlar, dünyayı anlama çabasındayken, evrenin anlamı olmayan bir yer olduğunu fark ederler. Hayatın mekanikliği, zamanın geçiciliği, insanın tek başınalığı, yabancılaşması, ölüm düşüncesi saçmayı ortaya çıkaran durumlardır. Bu saçma durum nihilizme neden olur. Saçma’dan kurtuluş için kaçılacak ahiret inancı, felsefi intihardır. İntihar saçmaya boyun eğdiğimizi gösterir. Başkaldırı, özgürlük ve tutku, saçmadan kurtuluş yolunda üç temel erdemdir. Başkaldırıyorum, o halde varım.
SİMONE DE BEAUVOİR (1908-1986)
Simone de Beauvoir, 20. yüzyılın en etkili feminist düşünürlerinden biri ve varoluşçu felsefenin önemli temsilcilerindendir. Beauvoir'ın en bilinen eseri, İkinci Cins adlı kitabıdır. Bu eser, kadınların toplumdaki yerini, cinsiyet rollerini ve kadın olmanın ne anlama geldiğini inceler, kadınların toplumda eşit bir yer edinmeleri gerektiğini savunur. Düşünceleri ve eserleriyle feminist felsefe ve toplumsal eleştiri alanında kalıcı bir etki bırakmış, kadınların hakları ve toplumsal eşitlik üzerine düşünceleri günümüzde de önemini korumaktadır. Varoluşçu felsefenin bir parçası olarak özgürlük, seçim ve sorumluluk konularına odaklanır.