Mantıkçı Pozitivizm Eleştirileri


QUİNE (1908-2000)


Willard Van Orman Quine, Amerikalı bir filozof ve mantıkçıdır. Felsefe ile bilim arasındaki sınırların kalktığı bütüncü ve doğalcı bir felsefeden yanadır. Mantıksal pozitivizm ve deneyciliğe eleştirir.

Deneyciliğin iki dogması, analitik ve sentetik önermeler arasındaki keskin ayrım ve anlamlı ifadelerin basit önermelere çevrilebileceği dogmalarını irdeler, her iki dogmanın da rededilmesi gerektiğini söyler. Quine’e göre deneysel gözlemde bir tarafta duyu deneyimi diğer tarafta bilimsel önermelerin tümü vardır (bütüncülük). Bir varsayım deneyle doğrulanmazsa bilgisel sistemimizde en az sarsıntı yapacak bir şekilde düzeltmeye gitmelidir (en az sakatlama düsturu).

Anlamın belirsizliği ve varlıkbilimsel bağlanma (genel terimlerin anlamlı olması tümellerin varlığını gerektirmez) üzerine çalışmaları var. Nesnel olarak kendi başlarına bireylerden ve bireyselleşmeden söz edemeyeceğimiz için, dilin içerisinde ve dile göre bir bölme ve bireyselleştirme yapmak durumunda olduğumuz düşüncesidir. 


BERGSON (1859-1941)


Henri Bergson, Fransız filozofdur. Zaman, yaşam ve bilinç konularında analizler yapmıştır. Metafizik ile fizik arasında bir devamlılık kurmak ister. Bergson’a göre analiz, gerçeğin kendisini değil şemasını verir, sezgi ise doğrudan temas yoluyla bilgi verir. Bergson’un kullandığı bilim modeli biyolojidir, yaşam bilimlerini takip etmek suretiyle olguları aramak, onlara uygun kavramlar üretmek ister.

Şuurun Dolaysız Verileri Üzerine Deneme adlı eserinde zaman ve mekân, tin ve madde düalizmi kurar. Zamanın bilince verilişini sürem (süre, süreç) kavramıyla tanımlar. Bilinç anıların hatırlanan kaydıdır.

Madde ve Hafıza adlı kitabında ben ile evren arasındaki ilişkinin ne olduğu sorusu ele alınır. Bergson’a göre tinin de maddenin de kendi gerçekliği vardır. Bergson maddeyi “kendinde varolan bir imge” olarak ele almayı önerir. Beynimizdeki hareketler de maddi dünyadaki hareketlere ayrılmaz bir biçimde bağlıdır. 

Yaratıcı Evrim adlı kitabında evrimi bir süreç olarak ele alır ve yaşamın dinamik, yaratıcı doğasını vurgular. Bu eserde hayat gücü kavramını geliştirir. Yaratıcı evrim, organizmalar ve türler gibi yaşam biçimlerini yaratan bir oluş akışıdır. Oluşun kendisi özgürdür ve sürem de özgürlükten başka bir şey değildir. Evrim her zaman ileri doğru bir hareket değildir, bazen de bir sapma veya bir gerileme de olabilir.

Aklın ve Dinin İki Kaynağı adlı kitabında iki farklı ahlak tanımlar. Birincisi, sosyal dayanışmaya dayalı olan kapalı ahlak, ikincisi ise bireysel deneyim ve sezgiye dayanan ahlak, açık ahlaktır. Açık ahlak, tıpkı sanat gibi, yaratıcı heyecan ve sezgiyle bağlantılıdır. Açık din bizi mistik deneyime götürür. Mistik deneyim tanrının temaşa edilmesininin ötesinde, yaratıcıdır, eyleme dönüşür.

Gülme adlı kitabında komedinin doğası üzerine bir analiz sunar. Gülmenin insan davranışındaki rolünü inceleyerek, gülme eyleminin toplumsal ve psikolojik boyutlarını irdeler.


WHİTEHEAD (1861-1947)


Alfred North Whitehead, İngiliz filozof ve matematikçidir. Özellikle süreç felsefesi ile tanınır.

Whitehead, varlığın statik değil, dinamik bir yapıya sahip olduğunu savunur. Süreç kavramı, varlığın sürekli bir değişim ve evrim içinde olduğunu ifade eder. Ona göre, her şey bir süreçtir ve bu süreç içinde varlıklar birbirleriyle etkileşim halindedir.

Basit yer hatası kavramı, nesnelerin ya da olayların konumlarıyla ilgili yapılan hataları ifade eder. Bu kavramla, bir şeyin özelliklerinin ya da niteliklerinin yalnızca bulunduğu yere dayanarak değerlendirilmesini eleştirir.

Whitehead'ın metafiziği, ilişkisel bir varlık anlayışına dayanır. Bireyler, yalnızca bağımsız varlıklar değil, aynı zamanda diğer varlıklarla sürekli etkileşim içindedirler. Tanrı yaratılışla birlikte varolur. Tanrının ikna ediciliği uyum ve ilerlemeyi getirir, reddi uyumsuzluk ve kötülüktür.


POPPER (1902-1994)


Karl Popper, Avusturyalı filozofdur. Bilim felsefesi ve bilimsel metodoloji alanındaki çalışmalarıyla, özellikle yanlışlanabilirlik kavramıyla bilinir.

Popper, matıkçı pozitifçilerin deneyle ve gözlemle doğrulanabilirliğin gerekli olduğu görüşünün yerine, bilimsel teorilerin, test edilebilir ve yanlışlanabilir olması gerektiğini savunur. Bir teori, gözlemlerle çelişiyorsa ve bu çelişki gözlemlenebiliyorsa, bu teori yanlışlanmış olur. Bu, bilimsel ilerlemenin temelini oluşturur. Bilimsel yasalar hiçbir zaman kesin doğruluk kazanamaz. Bilimselliğin ölçütü doğrulanabilirlik değil, yanlışlanabilirliktir. Freud, Adler ya da Marks’ın kuramlarının, yanlışlanabilir olmadıkları için, bilimsel de olmadıklarını söyler. Popper, tarihsel olayların öngörülebilirliğini de sorgular. Olayların belirli yasalarla açıklanamayacağını, insan davranışlarının karmaşık olduğunu savunur.