KANT (1724-1804)
Immanuel Kant, Alman filozofdur. Özellikle epistemoloji, etik ve estetik çalışmalarıyla tanınır. Matematik, doğa bilimleri ve metafizik bilgi türlerini araştırır, bunlara karşılık gelen zihinsel yetiler, duyarlık, anlama yetisi ve salt akıldır. Salt akıl; duyu deneyimiyle hiçbir ilişkisi olmayan, sadece ussal kavramlarla çalışan akıl yetimizdir. Tanrının varoluşu ve doğasının ne olduğu, insanın gerçekten istenç özgürlüğüne sahip olup olmadığı ve insan ruhunun ölümsüz olup olmadığı gibi soruları temel alan metafiziğin neden matematik ve doğal bilimler gibi geçerli bilgiler sunmadığını irdeler.
Salt Aklın Eleştirisi
Fenomen, deneyimlediğimiz nesnelerin duyularımızla algıladığımız görüngüsüdür. Bilgimiz ve deneyimimiz, fenomenler üzerinden şekillenir. Kant’ın Transsendental idealizm’i, duyu algılarımızın kendisinden geldiği doğanın varlığını reddetmez. Zihnimizin dışında yer alanları da bilebileceğimiz anlamında Transsendental, zihnimizin dışında yer alanları kendi zihinsel yapımıza göre bilebileceğimiz anlamında da İdealizm’dir.
Kant bilgi türlerini önce a priori (doğruluğu zorunlu olan ve aynı zamanda evrensel) ve a posteriori (deneyimden gelen) olarak, ardından da analitik (özne ile yüklem arasında özdeşlik) ve sentetik (yüklem kavramı özne kavramı tarafından içerilmemektedir) olarak ayırır. Sonra bunlar arasında ilişki kurma yoluna giderek, bir yeni yargı türü olarak sentetik a priori yargıların varlığını, doğal bilimlerin temel ilkelerinin ve matematiğin önermelerinin, sentetik a priori yargı tipinde olduklarını öne sürer.
Transsendental Analitik
Kant Transsendental Analitik başlığı altında anlama yetisini inceler. Bu yetinin temel işlevi düşünmedir. Anlama yetimiz kavramlar aracılığıyla çalışır. Kant'a göre sadece bilinç şeylere göre değil, şeyler de bilince göre biçim kazanır. Bu görüş, Copernicus'un Güneş yer'in çevresinde değil, yer Güneş'in çevresinde döner tesbiti kadar yeni ve radikal bir görüştür.
Yargı, duyudan gelen verilerin, bilgi oluşturmak için, kavramlar aracılığıyla birleştirilmesidir. Temel birleştirme yollarına Kant yargıdaki birlik işlevleri demektedir, bunlar anlama yetisinin a priori yapısıdır. Kategoriler, a priori kavramlardır, anlama yetimizin yasalarını oluştururlar. Bu kategoriler duyu yetimizin sağladığı verilerin düşünülebilmesi için zorunlu koşullardır, 12 kategori vardır; nicelik kategorileri (birlik, çokluk, tümlük), nitelik kategorileri (olgusallık, değilleme, sınırlama), ilişki kategorileri (töz-ilinek, neden-etki, etki-edilgi), tarz (Kip) kategorileri (olanak-olanaksızlık, varlık yokluk, zorunlu-olumsal).
Bunlara karşılık gelen yargı tipleri ise sırasıyla şunlardır; nicelik açısından yargılar (tümel, tikel, tekil), nitelik açısından yargılar (olumlu, olumsuz, sonsuz), ilişki açısından yargılar (kesin, koşullu, ayrık), kiplik (modalite, tarz) açısından yargılar (olasılı, önesürümlü, zorunlu).
Duyarlık ile anlama yetisi arasında imgelem aracılık yapar. Kategorilerin şemalandırılması imgelem üzerinde olur. Kategori şemaları; doğa bilimlerinin ve anlama yetisinin ilkeleridir. Kant bunları dört ana başlığa toplar; zaman ve uzaya bağlı algının aksiyomları, algının beklentileri (algının büyüklüğü derecesi), deneyimin analojileri (süreklilik, ardışıklık ve eş zamanlılık), empirik düşünmenin postülatları (olasılık, olgusallık ve zorunluluk).
Anlama yetisinin kategorileri sadece ampirik görüye uygulanabilir, bilgi böyle oluşur. Nesnelere ilişkin bilgimiz fenomenal olgusallıkla sınırlıdır. Bu, sadece fenomenlerin oldukları anlamına gelmez. Sınırın ötesinde numen vardır. Bu terimin sözcük anlamı düşünce nesnesi demektir. Numen kavramı kendinde şeyleri adlandırır. Kant, tanrının fenomen değil numen olduğunu, bir kendinde şey olarak tasarlanması gerektiğini savunur. Numenin nesnel bir bilgisi olamaz çünkü insan zihni kendinde şeyi algılayabilmek için donatılı değildir. İnsan zihni deneyimin sınırlarını aşamaz, kendinde şeyler duyusal olmadıkları için deneyime konu olamazlar. Salt aklın taşıdığı a priori ideler olan tanrı, evren (kosmos) ve ruh idelerine kategoriler uygulanamaz. Bu alan bilinemez olarak kalmak zorundadır. Kant’ın bu yaklaşımına agnostik realizm denilmektedir. Kant; tanrı, evren (kosmos) ve ruh idelerinin varoluşunu tanıtlayamasak bile, aynı zamanda bunlara ilişkin inançlarımızın çürütülemeyeceğini söyler. Kant, inanca bir yer açabilmek için bilmeyi sınırlamıştır.
Pratik Aklın Eleştirisi ve Kant’ın Etik Anlayışı
Kant’a göre iyi eylem; amaç ve sonuçlarından bağımsızdır (koşulsuz buyruk). Kant ilk defa iyi ve kötü eylemi, eylemin niyetiyle temellendirir. Eylemin ödeve uygun olması, bir eylemin etik bakımdan iyi olduğunu göstermeye yetmez, eylemin aynı zamanda ödev gereği ve ödevden dolayı yapılmış olması gerekir. Bu tip bir yasa herkes için geçerlidir, koşulsuz bir insanlık ödevidir, bu nedenle Kant’ın ahlak öğretisi ödev ahlakı olarak adlandırılır.
Özgürlük, ölümsüzlük ve tanrı, pratik aklın postülatlarıdır (ispat edilemeyen ancak doğruluğu kabul edilen önermeler). İnsanın özgürce istemesi, hiçbir yasaya uymaması demek değildir. Özgürlük otonom bir yasaya uymak demektir. Otonomi, insanın istemesinin kendi yasasına uymasıdır. En yüksek ahlak ögesi istencin özerkliğidir.
Mutluluğu ve ahlaklılığı tam olarak birleştirebilen bir varlık olanaklı değil, o ancak tanrı’dır, saf pratik aklın bir postülatı olarak vardır.
Din ve Politika
Din; ahlakın ödevlerinin tanrısal buyruklar olarak görülmesidir. Kant, dinin en önemli sorularından birisi olan kötülüğün, insandaki güdülerin tersine dönmesiyle ilgili bir durum olarak açıklar. Kurtulmak akılla değil dinsel düşünce ve inançlarla olur.
Kant’a göre hukuksal yükümlülükler, ahlaksal yükümlülüklerle ilişkilidir. Siyaset felsefesi alanında oldukça özgürlükçü olan Kant Fransız devrimi hayranıdır. Bir tür politik liberalizmi savunur. En yüksek politik otoritenin temeli halkın istencidir. Federatif, özgür devletler cumhuriyetinin kurulmasını savunmuştur.
Yargı Gücünün Eleştirisi ve Kant’ın Estetik Anlayışı
Baumgarden’ın ardından ilk kez Kant, estetik üzerine sistematik bir çalışma yaparak, idealizmin estetiğini ortaya koymuştur. Kant, güzel ve yüce olanı araştırmıştır. Beğeni yargısı duygusal bir önermedir, kavramsal değildir ve bir şeyin güzel olduğunu bildirir.
Kant, güzel kavramının anlamını dört açıdan belirler;
1. Nitelik kategorisi açısından güzel; çıkar gözetmeksizin hoşlanılan şeydir. Güzellik nitelikseldir, Yüce ise nicelik, yani büyüklükle ilişkilidir.
2. Nicelik kategorisi açısından güzel; nesneye ilişkin bir kavram olmaksızın evrensel olarak hoşa giden şey güzeldir.
3. İlişki kategorisi açısından güzel; bir nesnede ereksiz bir erekliliğin formudur.
4. Modalite (kiplik) kategorisi açısından güzel; zorunlu bir hoşlanmanın nesnesi olarak kabul edilen şeydir. Sağduyu gereği herkesin onu onaylaması beklenir.
Kant’a göre güzel sanat eserlerinin üretimi dehanın işidir. Deha, genel kuralları değil, kendi kurallarını kendi içinde taşıyan eserler üretir. Dehanın yaratma yetisi doğuştandır. Sanat yapıtında bulunan düzen belli bir dış amaca yönelmemiştir, sanat yapıtı kendi iç uyumu bakımından yüksek bir ereklilik taşır, yani ereksiz bir ereklilik taşır. Eserin bize söylediklerini ifade etmekte zorlanırız.
ALMAN İDEALİSTLERİ
BAUMGARTEN ( 1714-1762)
Alexander Gottlieb Baumgarten, Alman filozofdur. Estetik sözcüğünü ilk o kullanır. Estetik doğruluk; zenginliği, kaosu ve maddeyi çağırır, mantıksal doğruluk ise zengin duyumsal içeriği feda eder, algıyı renksiz ve cansız bir duruma sokar. Aesthetica adlı eserinde güzellik, sanat ve estetik deneyim üzerine kapsamlı bir inceleme sunar, Metaphysica adlı eserinde de metafizik konularındaki düşüncelerini anlatır. Kant ve sonraki düşünürler üzerinde etkili olmuştur.
FİCHTE (1762-1814)
Johann Gottlieb Fichte, Alman filozofdur. Fichte, özellikle öz bilinç, özgürlük ve birey ile toplum arasındaki ilişkilere dair görüşleriyle tanınır.
Fichte’ ye göre felsefenin ilk ilkesi bilinçli varlık, düşünen ben olmalıdır. Ben’i nesneleştirmeye ne kadar çalışsak da nesneleştirmeyi aşan bir salt ben ya da aşkınsal ben felsefenin ilk ilkesi olarak kalacaktır. Salt ben’in zihinsel bir sezgisini taşıdığımız için Kant’ın salt benin deneyimin sınırları ötesinde bir ilke olduğu görüşe katılmaz.
Aşkınsal ben bilincinin merkezde olduğu felsefi sisteminin üç temel önermesi vardır. 1- ben sadece kökensel bir yolda kendi varlığını koyar, 2- ben’in karşısında genel olarak bir ben olmayan vardır, 3-ben’de bölünebilir bir ben’e karşıt olarak bölünebilir bir ben olmayan bulunur. Fichte insan bilgisinin diyalektik tez antitez sentez olarak üç adımlı olduğunu söyler, temel üç önerme de buna uymaktadır.
Dış dünyayı ve tüm içeriklerini bilincin içkin edimlerine indirgemiş ve böylece öznel idealizmin bir temsilcisi olmuştur. Kant’da bilginin sınırları dışında olan kendinde şey, Fichte’ye göre bilincin temel içeriğinde bulunan ve soyutlama yoluyla oluşturulmuş kavramdır. Fichte nihai gerçekliğin mutlak irade olduğunu, mutlak varlığın bilincinin sonlu varlıkların bilincinden geçerek gerçekleştiğini düşünür. Maddi varlık alanı, mutlak varlığa göre ikinci dereceden bir varoluşa sahiptir ve ahlaki bir amaç içindir.
İnsanın özü eylemdir, eylemin niteliği ise ahlaksal olmasıdır. İnsan bir dürtüler sistemidir. Sistemi temsil eden özsakınım dürtüsüdür. Vicdan, ödevlerimizin yanılmaz ve dolaysız bilincidir. Hakkaniyet kavramı yani hak ilkesi, toplumunun her bir üyesinin özgürlüğünün, topluluğun öteki üyelerinin özgürlükleriyle sınırlı olmasıdır.
Toplumda haklara saygı gösterilmesini sağlayacak, kişilerin özgürlüğünün teminatı yasal bir güç olmalıdır. Fichte, hem despotizme hem de demokrasiye karşıdır. Devletin kamu güvenliği ve haklar sistemini korumak için bireyin özgürlüğüne karışması sınırlı olmalıdır.
Kapalı Ticaret Devleti adlı eserinde tüm insanların sadece yaşamaya değil, ama insanca bir yaşamı yaşamaya hakları olduğunu belirtir. Bir ekonomik sınıf orantısız bir biçimde büyürse dengeler bozulur. Toplumun ortak yararı için devlet bireyler arasındaki iş bölümünü denetleme ve düzenleme hakkına sahip olmalıdır.
Fichte tarihin de diyalektik olarak, anlamakla inanma’nın uzlaştığı bir senteze ilerlediğini söyler.
SCHELLİNG ( 775-1854)
Friedrich Wilhelm Joseph Schelling, Alman filozofdur. Felsefi gelişimi; öznel idealizm, doğa felsefesi, özdeşlik felsefesi ve negatif ve pozitifin karşıtlığında felsefe şeklinde nitelenebilecek dört dönem olarak birbirini izlemiştir.
Öznel idealizm döneminde Felsefenin İlkesi Olarak Ben Üzerine başlıklı yazısında ben (ego) kavramını insan bilgisinin en yüksek ve koşulsuz ögesi olarak postülalaştırmıştır.
Doğa felsefesine geçtiği dönemde yayınladığı Bir Doğa Felsefesine İlişkin İdeler’de doğayı ben-olmayan olarak belirleyerek doğa ile tin, nesnel ile öznel arasında yapay bir ikilik yaratmıştır. Kendini doğa olarak nesneleştiren Mutlak, öznellik olarak mutlaklığa dönüşür, yine tek bir Mutlak olarak belirir.
Ben terimi bireysel ben’i değil, genel olarak öz bilinç edimini simgeler. Akıl birdir ve sonsuzdur. Onun en yüksek yasası, özdeşlik yasasıdır ve özne ve nesne arasında özde hiçbir fark yoktur. Schelling’in özdeşlik felsefesi panteizmin bir türüdür. Spinoza’nın ölü, maddesel ve determinist panteizmine farklı olarak, doğanın canlılığını vurgulamaktadar.
Schelling’e göre negatif felsefede evreni açıklama amacında olan sistemin tümüyle kavram ya da özlerle sınırlı olduğunu ve bu sistemlerin mantıksal çıkarım düzeyinde, ussallık düzeyinde kaldığını öne sürer. Burada varoluşun vurgulanması gereğini pozitif felsefeci yapacaktır. Pozitif felsefenin temelinde tanrı inancı vardır. Asıl olan kişinin tanrıya ulaşma arzusudur.
Schelling’e göre estetik; ben’in ulaşabileceği en yüksek basamaktır. Sanatçı, yaratıcı gücünü öğrenerek kazanmamıştır, nasıl kazandığını da bilemez. Yaratıcı dehalar evrendeki uyum ve özdeşliği görmektedir. Schelling’e göre gerçek felsefe sanat felsefesidir.
SCHLEİERMACHER (1768-1834)
Friedrich Schleiermacher, Alman filozof, teolog ve edebiyat eleştirmenidir. Schleiermacher’e göre tin ve doğa tanrıda birleşir, yani özdeşdirler. Şu hâlde en son olgusallık tanrıdır. Kavramsal düşünce bu özdeşliği anlayamaz, ama duyumsayabilir. Dinin özü ne düşüncedir ne de eylemdir, sadece duygu ya da sezgidir.
Din, ahlak ve metafiziğin ortak nesneleri evren ve insanın onunla ilişkisidir, fakat yaklaşımları farklıdır. Schleiermacher’e göre metafizik de ahlak da, din ile bütünlenmelidir. Dünya tanrısız, Tanrı dünyasız olmaz. Din sonsuza yönelen temel bağımlılık duygusunun kazanılmasıdır. Din yüreğin ve inancın konusudur.
Schleiermacher’e göre birey ve toplum karşıt kavramlar değildirler. Bireysellik başkaları ile ilişki içinde gerçeklik kazanır. Toplum ve birey birbirlerine göndermede bulunurlar.
Schleiermacher geliştirdiği dinsel yorum yöntemi nedeniyle modern hermeneutiğin kurucularından biridir. Metinlerin ve anlamların yorumlanması bilgisine Hermeneutik denir.
HEGEL (1770-1831)
Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Alman filozofdur. Tinin Fenomenolojisi adlı eseri ile Alman idealizmi sürecindeki bağımsız ve özgün yerini almıştır. O’na göre bilginin tüm nesneleri ve tüm evren mutlak bir öznenin, bir mutlak zihnin ürünüdür, gerçekliğin doğası düşüncedir, ussallıktır, sonul gerçeklik mutlak ideadır. Bilinemeyen bir kendinde varlık düşüncesini reddeder.
Evren mutlak ideanın açınımından ibarettir. Mutlak (tin, geist), nesnesi kendisi olan düşünmedir, yani kendini düşünen öznedir. Mutlak kendisinin antitezi olan maddesel dünyaya geçer. İnsan tininde kendine geri döner. Bu şekilde tez, anti-tez, sentez gerçekleşmiş olur. Bu diyalektik bir süreçtir.
Hegel’in diyalektik süreci üç temel tez-antitez-sentez üçlemesinden; varlık mantığı, öz mantığı ve kavram mantığından oluşur. Bunlardan varlık mantığı varlık-yokluk-oluş üçlemesiyle ilerler. Antitez yokluk, varlık tezinde içerilmektedir. Oluş, varlık ile yoklukun birliği, sentezidir. Öz mantığı, varlık mantığının antitezidir; öz, kuvvet ve edimsellik diyalektik üçlüsünden oluşur. Kavram mantığı; varlık mantığı ile öz mantığının sentezidir, şu diyalektik üçlüye dayanır: öznellik, nesnellik ve kavram (idea ya da düşünce).
Hegel’in tin felsefesi
Hegel’in tin felsefesi öznel tin, nesnel tin, mutlak tin diyalektik üçlemesi biçiminde ilerler. Öznel tin aşamasında ruh vardır. Nesnel tin, öznel tinin ahlaksal, hukuksal, dinsel ve bilimsel olgusallık olarak gelişen bir nesnel evreye geçmesidir.
Hak ya da yasa, öznel ahlak ve toplumsal ahlaklılık; nesnel tindeki diyalektik üçlüyü oluşturur. Bu süreç toplumsal ahlakın üç aşamasından biri olan (aile, sivil toplum, devlet) devlette doruğuna ulaşır. Hegel’in ana ilgisi devleti çözümlemekti ve o da Aristoteles gibi insanın en yüksek toplumsal başarısının devlet olduğunu düşünmekteydi. Nesnel tin, zorunluluk alanında, zorunlulukla tanrısal olsa da, aşırılıkları ve despotizmi önleyecek güvenlik mekanizmalarının devlette bulunması gerekir.
Öz bilinci gerçekleştirmenin yolu, kendisininin öteki öz bilinçlerce kabul onaylanmasından geçtiği için, benler arasında tanınma ve güç bakımından bir savaş hüküm sürer. Hegel Psikoloji başlığı altında niyet etme, temsil etme, anımsama, imgelem, bellek, düşünce, pratik itkilerin betimlenmeleri, doyum sonrası arayışlar gibi zihinsel ve ussal edimlerin betimlemeleriyle uğraşır.
Son aşama Mutlak tin; sanat, açınlanmış din ve felsefeden oluşur.
Hegel’in sanat, din ve felsefe anlayışı
Hegel’e göre zihin, sanat eserinde Mutlak’ı güzellik olarak kavrar. Güzellik duyusaldan ödünç alınan bir ussaldır. Sembolik sanat (mimari), klasik sanat (heykel) ve romantik sanat (resim, müzik ve şiir) türleri vardır. Hegel doğal güzelliği tümüyle yadsımaz ama daha düşük düzeyli bir güzellik olarak görür.
Hegel dini ise felsefi bir bakışla ele alır. Sanat alanına en yakın bilinçli yaşam alanı din’dir. Dinsel bilinç açısından dünya aşkın bir tanrı tarafından özgürce yaratılışının imgesel ya da resimsel bir tasarımıdır. Birey, kendi içinde iyi olan her şeyi tanrının etkinliğine yüklemekle kendisini dış dünyadan soyutlamış olduğunun bilincindedir. Bu durumu Hegel, hristiyanın içinde bulunduğu mutsuz bilinçlilik olarak tanımlar.
Din ve felsefe, aynı sonsuz gerçekliğin, yani tanrının kendisini açmasının farklı yollarıdır ve Hegel’e göre bu açıdan her ikisi de dindirler. Hegel, din terimini sadece dinsel deneyimi inancı ve kültü değil, tanrıbilimi (teolojiyi) de içine alacak biçimde kullanır.
Felsefe, dinsel düşünceyi salt kavramsal yolla anlatır. Felsefe tarihi, düşüncenin yetersiz bir anlayışdan bir başkasına geçerek ve daha sonra da bunları daha yüksek bir düzeyde birleştirerek kendini daha açık ve yeterli ifade etme tarzına taşıma sürecinin tarihidir.
SCHOPENHAUER (1788-1860)
Arthur Schopenhauer, Alman filozofdur. Varoluşsal düşüncenin öncülerinden biri olarak kabul edilir. Özellikle irade ve temsil kavramlarıyla tanınır. Doktora tezi “Yeterli Neden İlkesinin Dörtlü Temeli Üzerine” ve “İstenç ve Tasarım Olarak Dünya” adlı kitabı bilinen eserleridir.
Doktora tezinde yeterli neden ilkesini ele alarak bu ilkenin dört temel formunu belirler. Fiziksel Nesneler; uzayda ve zamanda birbirleriyle nedensel ilişkiler içinde var olurlar ve biz bunları sıradan deneyim aracılıyla biliriz ve bunlar madde bilimlerinin inceleme konusunu oluşturur. Matematiksel Objeler; uzay ve zamanla ilişkili olan geometri ve aritmetikdir. Soyut Kavramlar; kavramlardan çıkan kavramlar ve bunlar arasındaki ilişkidir. Ben Bilgisi; ben objesi, istekte bulunan öznedir. Bu alanların hepsinde zorunluluk (determinizm) hüküm sürer.
Schopenhauer Kant’ın fenomen (algılayan bir zihne görünen şey) ve noumen (kendinde şeyler) arasında yaptığı ayrımı kabul eder. Schopenhauer duyarlığın formları ile anlama yetisinin kategorilerini birleştirdi, nedensellik kategorisini, zamanı ve mekânı, tasarım olarak dünya bilgimizin zorunlu koşulları olarak gördü. Yansıma ideleri ya da idelerin ideleri dediği kavramların daha ileri bir sınıfını öne sürdü.
İstenç ve Tasarım Olarak Dünya kitabında felsefe anlayışı “dünya benim tasarımımdır” tümcesinde özlü bir ifade bulur. Dünya kendisini kişiye bir obje olarak sunmuştur ve biz sadece algıladığımız dünyayı biliriz. İstenç, bilinçli biçimde yapılmış seçimlerdir, zihnimizin bir yetisi olarak ve akıl tarafından yönetilir. Schopenhauer istenci her şeyde, ruh taşımayan şeylerde bile bulunan sürekli ve kör bir itici güç olarak tanımlar. Tüm doğa boyunca bilgi dışı olarak çalışması süreklidir ve doğa yaşama istencinin sürekli çatışmalar doğurduğu acımasız bir savaşım alanıdır. Bunlar Schopenhauer’i dünyada acı ve mutsuzluğun hüküm sürdüğü kötümser (pesimist) bir belirlenimciliğe iter.
İnsan ancak estetik ve ahlak yoluyla istencin her şeyden üstün olan gücünden kaçabilir. Estetik kaçış yolunda, kişi yarar ve çıkar amacıyla yönelmediği estetik obje karşısında isteyen özne değil bilen özne olur. Kişi, istencin tutsaklığından bir süreliğine de olsa kurtulur. Ahlaksal kaçış yolunda, kişi yaşama istencinden vazgeçmesiyle çok daha uzun süreli bir kurtuluş bulur. Yaşama istenci her türlü kötülüğün kaynağıdır, insan yaşamını acı ve mutsuzluğa sürükleyen sonu gelmeyen arzular biçiminde kendisini gösterir, saldırganlık, savaşım, yok etme ve benmerkezcilik gibi yıkıcı duygular üretir.
KİERKEGAARD (1813-1855)
Soren Kierkegaard, Danimarkalı filozofdur. Varoluşçuluğun öncülerindendir, bireyin varoluşsal sorunları, inanç, özgürlük ve ahlaki sorumluluk üzerine yoğunlaşmıştır.
Kierkegaard’a göre bilimselci düşünce, ahlaki ve dini hayatlara sekte vurur. Kişi kendi seçimlerinin bilincinde olarak yaşama katılmalıdır. Tanrı inancını tam olarak yaşayıncaya kadar insan kaygıya mahkumdur.
Kierkegaard varoluşun üç biçimi olduğunu söyler; estetik aşama, etik aşama ve dini aşama. İlk iki aşamada bulunan bir insan ani bir sıçramayla dini aşamaya geçebilir, fakat birçok insan bunu yapamaz. Estetik aşamada bulunan kişi hep günü gününe yaşar ve haz peşinde koşar. Etik aşamada ahlaki ölçütlere (iyi, kötü, ödev) dayanarak karar verilir. Dini aşamada insan, estetik hazlar ve aklın buyrukları yerine inancı tercih ederler.
NİETZSCHE (1844-1900)
Friedrich Nietzsche, Alman filozof, yazar ve şairdir. Varoluş, din, ahlak ve sanat konularıyla ilgilenir. Trajedinin Doğuşu adlı eserinde Yunan trajedisinin kökenleri ve gelişimi ile ilgilenir. İnsanca, Pek İnsanca adlı kitabında ahlakla ilgili düşüncelerini anlatır. İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı yapıtında köle ahlakı ve efendi ahlakı ayrımı yapar, hristiyanlığın, köle ahlakının dayandığı değerleri evrensellik düzeyine yükselttiğini düşünür. Şen Bilim adlı yapıtında Tanrı’nın öldüğünü söyler. hristiyan Tanrı’ya inanç, inanmaya değmezdir. Demokrasi ve sosyalizm hristiyan ahlak sistemini laik düzlemde devam ettirmektedir. Daha üst bir aşama olan nihilizm uğruna ahlak yasası düşüncesi terk edilmelidir.
Zerdüşt Böyle Buyurdu ve sonraki yazılarında dünya ve tüm içindekilerin güç istencinden başka bir şey olmadığını söyler. Nietzsche’ye göre bilim, doğaya egemen olmak amacıyla doğanın kavramlara dönüştürülerek betimlenmesidir. Mutlak gerçek kavramı felsefecilerin icadıdır.
Nietzsche’ye göre hedef insanlık değil, üst insandır. Hayattan korkmak ve kaçmak yerine hayatı yaşamayı seçecek geleceğin filozofları üst insanı gerçekleştireceklerdir.
Nietzsche bu dünya sona erince yeniden başlayıp, dünyada olup biten her şeyin yeni baştan ve aynen tekrarlanacağı inancındadır.