KİNDİ (800-873)
Kindi kabilesine mensup arap Ebu Yusuf Yakub el-Kindi, ilk İslam filozofu olarak kabul edilir. Ona göre felsefe sanatların en değerlisidir. Felsefe, insanın gücü ölçüsünde varlığın hakikatini bilmesidir. Felsefe ve teoloji aynı amaca hizmet eder, aralarında karşıtlık yoktur. Tıp, psikoloji, matematik, astronomi, metafizik vb. çeşitli alanlarda sayısı 250 üzerinde eseri vardır.
Tanrının varlığı için ilk argümanı gaye veya nizam delilidir; planlı kainatın bir planlayıcısı olmalıdır, o tanrıdır. İkinci argüman kozmolojik kanıtlamanın islam felsefesindeki karşılığı hudus delili; evren yaratılmıştır ve onun bir yaratanı olmalıdır, o tanrıdır.
İnsanda beden ve ruh vardır. Hayatın amacı olan gerçek saadete ancak erdemli yaşamakla ulaşabilir. Erdemler dört tanedir; hikmet ya da bilgelik, hilm ya da itidal, adalet ve cesaret.
Varlık metafiziğinde Aristoteles, birlik metafiziğinde Plotinus’tan etkilenmiştir. Vahyin insan için mümkün, gerekli ve güvenilir bir bilgi kaynağı olduğu fikrini epistemolojik olarak temellendirmiştir.
RAZİ (864-925)
Hekim, filozof, tabiatçı, natüralist felsefenin de en başarılı temsilcisi olan Ebû Bekr Muhammed b.Zekeriyya er-Razi’yi batılılar Rhazes diye anarlar. Kuyumculuk ve tıp ile de ilgilenen Razi, tıbba yaptığı katkılar nedeniyle Arapların Galeni olarak da tanınır.
Birlik ile çokluk arasındaki ilişkiyi beş ezeli ilke (el-kudemau’l-hamse) adını verdiği bir sistemle açıklar; yaratıcı (el-baari), nefis (külli nefis), heyula (şekilsiz ilk madde), hala (boşluk, mutlak mekân) ve dehr (mutlak zaman).
Razi deistdir. Bir dine ve peygamberlik kurumuna inanmaz. Raziye göre kötülük Tanrı’dan değil nefsin madde ile kurduğu ilişkiden kaynaklanır. Nefsin çalışmasında aşırılık (ifrat) veya eksiklik (tefrit) olumsuz, denge ve itidal durumu olumlu davranışların kaynağıdır. İnsan kendi aklı ve iradesi ile doğruyu yanlışı ayırabilir. Ölüm, adaletin gerçekleşeceği yeni bir hayatın başlangıcıdır. İnsanlar buna inanırsa ölüm korkusunu yenerler.
FARABİ (871-950)
Tam adı Ebuu Nasr Muhammed b. Muhammed el-Farabi et-Türki’dir. Türkistan’ın Farab şehri yakınlarında dünyaya geldi. Alfarabius ve Abunaser adlarıyla, Muallim-i Evvel olarak anılan Aristoteles’ten sonra “Muallim-i Sanî” (İkinci Hoca) unvanıyla tanınır. 100’e yakın eser kaleme alan Farabi, İslam dünyasındaki felsefeyi sistem haline getiren filozof’dur.
Farabi varlığı en yetkin ilk sebep Tanrıdan başlayarak, ayrık akıllar, faal akıl, nefis, suret (form) ve madde olarak sıralar. Varoluşu sudur teorisi ile açıklar.
Duyu algısı bilginin başlangıcıdır. Ameli akıl eylemlerimizi düzenleyen pratik akıldır. Nazari (teorik) akıl ise fizik, metafizik gibi teorik düşüncelerimizin alanıdır. Nazari akılda duyu algısından gelen izlenimler, güç halindeki akıl, fiil halindeki akıl ve kazanılmış akıl aşamalarına geçer. Kazanılmış akılla teorik düşünme ve akıl yürütme imkanına kavuşuruz.
İnsanın mutluluğu için erdemli bir yaşam gerekir. Bunun için adil, güçlü ve erdemli bir devlet olmalıdır. Erdemli devlet için yöneticide olması gereken temel nitelikler; sağlık, sağlıklı değerlendirebilme, keskin zeka, güçlü hafıza, ifade yeteneği, öğrenme ve öğretmeyi sevme, geçici hazlara düşkün olmama, doğruluk ve dürüstlük, hakszlık zulüm ve yalandan nefret, adalet, insanlık onuruna düşkünlük, azim, kararlılık, cesaret, tok gözlülük.
Bilge, kanunu töreyi bilen, hüküm verecek yetenek ve birikime sahip, önderlik ve ikna gücü olan, sağlıklı bir kişi olamıyorsa devleti iki, o da olmuyorsa altı kişi yönetmeli.
İBN SİNA (980-1037)
İbn Sina Horasan bölgesinde doğdu. Asıl adı Ebu Ali el-Hüseyn İbn AbdAllah İbn Sina olan filozof, İslam dünyasında baş üstad anlamında eş-şeyhü’r-reis unvanı ile, batı’da ise Avicenna olarak bilinir. Tıp alanında bir referans kaynağı olarak kullanılan eseri El-Kanun fi't-Tıbb (Tıp Kanunu) ve felsefe, mantık, matematik ve doğa bilimlerini kapsayan geniş bir çalışması El-Şifa (Şifa Kitabı) en bilinen eserleridir. Aristoteles, Platon ve Yeni Platoncu birikimle İslam teolojisini sentezlemiştir. İbn Sina’ya göre felsefe ve hikmet eş anlamlıdır, bütün var olanların hakikatine vakıf olmak suretiyle yetkinleşmektir.
Var olanları ikiye ayırır. Varlığı insanın irade ve fiiline bağlı olmayan varlıklar; Tanrı, melek, akıl ve doğal nesnelerdir. Bunlara ilişkin bilgi teorik (nazari) felsefe’dir. İkincisi varlığı insan irade ve fiili ile meydana gelen şeylerdir, bunlara ilişkin bilgi ise pratik (ameli) felsefe’dir.
Zorunlu varlık (el-vacibü’l-vücud) varolması için bir sebebi olmayan, zorunsuz varlık (el- mümkinü’l-vücud) varlığının bir sebebe dayandığı varlıkdır.
Psikoloji (ilmü’n-nefs) alanında ona göre her bir bedenin bir nefsi vardır. Bağımsız varlığı bulunan, cisimsiz ve yalın (basit) bir cevher olan nefs bedenle birlikte var olur, bitkisel (nebatî), hayvani ve insani olmak üzere üç tür nefis bulunur. İnsan nefsinde idrak gücü, hareket gücü ve düşünme gücü olmak üzere 3 yeti bulunur. Dokunma, tatma, koklama, işitme ve görme yetileri dış idrak güçleri, ortak duyu, tasarlama, hayal etme, tahayyül, tefekkür, vehim, belleme ve hatırlama yetileri iç duyu ya da iç idrak gücü yetileridir.
İnsanın sahip olduğu bilme yeteneği güç halinde akıl, bu yetenekle düşüncenin ilkelerinin kazanılması meleke halinde akıl, bu ilkelere dayanarak gözlem ve deneyle nesnel dünyanın bilgilerinin kazanılması fiil halinde akıl, faal aklın etkisiyle mükemmele ulaşması kazanılmış (müstefâd) akıl’dır. Peygamberlerdeki kutsal akıl; herhangi bir eğitim görmeden ve bu süreçlerden geçmeden faal akılla mükemmel ilişki kurabilen akıldır.
İnsan Aklının kendi varlığının bilincinde olduğu gerçeğini ilk defa ispatlamaya çalışan filozof bunu, nefsin bağımsız varlığı bulunan cisimsiz, ölümsüz, yalın bir cevher olmasına bağlar.
GAZZALİ (1058-1111)
Horasan bölgesinde doğan Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî batılılarca Abuhamet ve Algazel diye tanındı. En bilinen eseri Tehafüt al-Falasifa (Felsefecilerin Çelişkileri)’nde felsefenin İslam düşüncesiyle uyumsuz noktalarını eleştirir, filozoflarla ve İbn Sina ile (Aristoyu aktaran olduğu için) hesaplaşır. İhya-u Ulum-id-Din" (Din İlmlerinin Canlanması) adlı eseri tasavvuf ve ahlak üzerinedir.
Gazzali bilgiyi şüpheci bir tavırla ele aldı. Matematik bilgilerin dışında doğruluğu ve güvenilirliği kesin bilgiye ulaşılamayacağı sonucuna ulaştığı şüphe krizinden Allah’ın kalbine attığı bir nur sayesinde kurtulduğunu ve aklın zorunlu apaçık bilgilerin kesinliğine güven duymaya başladığını söyler. Metafizik alanda söz vahye bırakılmalıdır. Determinizm eleştirisinde iki olayın artarda geldiği tespit ediliyorsa bile burada bir zorunluluk bulunduğunun ilim ve mantık bakımdan kanıtlanmasının mümkün olmadığını söyler. Ona göre sebep sonuç ilişkisi, doğal varlık ve olayların kendi özündeki bir özelliğin zorunlu neticesi değil, Allah’ın irade, takdir ve yaratmasının bir sonucudur. Determinizm Tanrı iradesini geçersiz hale getirir. Gazzali’ye göre Tanrının rasyonel tarzda bilinebilmesi mümkün değildir, gönül yoluna girip tasavvuf ile ona ulaşılabilir.
İBN RÜŞD (1126-1198)
İspanya’da doğmuş olan İbn Rüşd; Aristoteles çeviri ve yorumları nedeniyle eş-şârih ve commentator ve averroes olarak tanınmıştır. İslam filozofu, tıp doktoru ve hukukçudur. Tehafüt al-Tahafut (Çelişkiler Çelişkisi) eserinde, Gazali'nin Filozofların Çelişkisi adlı eserine karşı bir eleştiri getirir. Doğru anlaşılmaları durumunda din ile felsefe arasında uyuşmazlık olmayacağı görüşündedir.
Tanrının irade etmesi ile gerçekleşmesi arasında zaman veya boşluk yoktur ve Tanrının yaratması süreklidir. Tözde var olan formun edimselleşmesi ilk nedene yani Tanrı’ya bağlıdır. İlk Fail, alemdeki birliğin ve çokluğun sebebidir.
Bütün insan akılları ilk akıldan sudur ettiği için öz bakımından birdir. Ruh ölümsüz değildir, insan ölünce tüm insanlarda ortak ve tek olan etkin akıl kalır.
İbn Rüşd edilgin akıl ve etkin aklı bir ve aynı şey yani insan aklının işlevleri olarak değerlendirir. En başından itibaren etkin ve edilgin akıllar zaten ilişki içindedir. İnsanın yetkinleşmesi köşesine çekilip tek başına kalarak (inziva) değil, toplum içinde dayanışma ile elde edilir. İnsanın yaşam amacı mutluluktur, bunun için hayır ve şer karşısında seçme özgürlüğünü kullanarak kendini geliştirmesi, yetkinleşmesi, erdemli yaşaması gerekir.
Vahiy ve din en zor sorulara verdiği cevaplarla insan için yeni ufuklar açar. Aklın verileri ile dini nasslar arasında bir uyumsuzluk ve çelişki varmış gibi görünürse yapılması gereken şey dini nassların yorumlanması yoluyla din ile felsefenin uzlaştırılmasıdır.
İBN MİSKEVEYH (932-1030)
İsfahan doğumlu Ebu Ali Ahmet ibn Muhammed ibn Miskawayh filozof, tarihçi ve siyaset bilimcidir. Felsefi çalışmaları, özellikle etik ve insan doğası üzerine odaklanmıştır. Tahzib al-Akhlak (Ahlakın İyileştirilmesi) kitabında Aristoteles ve İslam düşüncesinden etkilenmiş olduğu ahlak anlayışını, Kitab al-Fawz al-Asghar (Küçük Başarılar Kitabı) adlı eserinde ideal bir yöneticinin nitelikleri, devlet yönetimi ve toplumun düzeni üzerine düşüncelerini anlatır.
İBN MESERRE (883-931)
Ebu Abdillah Muhammed ibn Meserre, İspanya doğumlu filozof, mistik ve matematikçidir. İbn Meserre, Aristotelesçi ve Neoplatonik düşünceleri İslam felsefesi ile birleştirerek, kendi felsefi görüşlerini geliştirmiştir. Mistik deneyimlerin ve ruhsal arayışların önemini vurgulamıştır. İnsan ruhunun Tanrı’ya yakınlaşma sürecinde akıl ve bilgi ile desteklenmesi gerektiğini savunmuştur.
İBN BACCE (1080-1138)
İspanya doğumlu İbn Bacce, batıda Avempace olarak bilinen bir İslam filozofu ve bilim adamıdır. Matematik, astronomi, tıp ve felsefe alanlarıyla ilgilendi. Aristoteles’in metafizik ve etik teorilerini yorumlamış ve bu yorumları İslam düşüncesiyle sentezlemiştir.
İBN TUFEYL (1105-1185)
İspanya doğumlu İbn Tufeyl hukukçu, hekim ve İslam filozofudur. Hayy bin Yakzan adlı felsefi romanında bir adada yalnız başına yaşayan Hayy’ın kendi aklı, gözlemleri ve deneyimleriyle ilahi gerçeklere ulaşmasını anlatır. Ona göre aklın söyledikleri ile vahiy arasında ya da felsefe ile din arasında uyuşmazlık yoktur. Manevi gözlem ya da yaşantı ile elde edilen tasavvufi bilgi rasyonel bilgiden daha üstün olsa da birbiriyle çelişmezler. İbn Tufeyl, Aristo’nun düşüncelerini İslam felsefesiyle birleştirir, metafizik ve etik konularda tahliller yapar.
HALLAC-I MANSUR (858-922)
Bugünkü Irak doğumlu Hüseyin bin Mansur el-Hallac bir İslam mistiği ve sufidir. Tasavvuf tarihinde önemli bir figürdür ve özellikle “Enel-Hak” (Ben Hak'kım) ifadesiyle tanınır. Beyazid Bistami (İranlı mutasavvıf) ve Cüneyd-i Bağdadi’nin (İranlı mutasavvıf) talebesi oldu. 922 yılında, çeşitli suçlamalarla (sapkınlık, halkı yanlış yola yönlendirme) idam edilmiştir. Kitab-ut Tavasin kitabında mistik düşünce ve görüşleri vardır.
SÜHREVERDİ (1154-1191)
Şeyh İsmail Sühreverdi İran’ın Sührevard kasabasında doğmuş bir İslam filozofu ve mistik düşünürüdür. Felsefi ve tasavvufi düşünceleriyle tanınır ve özellikle İslam düşüncesinde "Işık Felsefesi" (İşraki Felsefe) ile bilinir. Sühreverdi ışığı, nur, hakikatin cevheri olarak tanımlamıştır. Varoluşun temel ilkesinin ışık olduğunu ve bu ışığın her şeyin kaynağı ve düzenleyicisi olduğunu savunur. Hakikate ancak kalb ve işrak ile erişilebilir. Hikmetü'l-Işrak" (Işık Felsefesi) kitabında varoluşun doğasını açıklar. Zorunlu varlık Sühreverdi’de “Nurların Nuru”dur.
İBN ARABİ (1165-1240)
İspanya doğumlu Muhyiddin İbnü’l-Arabi tasavvuf ve mistisizm alanındaki düşünceleriyle tanınır ve Şeyhül Ekber (Büyük Şeyh) olarak anılır. Vahdet-i Vücud (Varoluşun Birliği) Teorisine göre tüm varlık bir bütündür, her şey Tanrı’nın yansımasıdır, bütün varlıklar Allahın tecellileri ve isimleri olup, Allahın bilinme isteğinin sonucudur. Füsüs el-Hikem (Hikmetler Özleri) kitabında çeşitli peygamberlerin hikmetlerini, El-Fütuhat el-Mekkiyye (Mekke'nin Açılışları) kitabında mistik deneyimlerini, tasavvufi görüşlerini, kozmoloji ve metafizik anlayışını anlatır.
YUNUS EMRE (1238-1321)
Eskişehir iline bağlı Sarıköy köyünde doğmuş Yunus Emre, Türk halk edebiyatının en önemli şairlerinden biridir ve tasavvuf, ilahi aşk, insan sevgisi ve doğa sevgisi ana konularıdır. Divan’ı şiirlerinin bir araya getirildiği bir derlemedir. Risaletü'n-Nushiyye (Nasihatler Risalesi) tasavvuf ve ahlak hakkındadır.
MEVLANA (1207-1273)
Mevlana Celaleddin Rumi Afganistan Belh şehrinde doğmuştur, şiirleriyle tasavvufu anlatan bir şair ve İslam düşünürüdür. Öldüğü tarih 17 Aralık, Şeb-i Arus (Düğün Gecesi) adıyla anılır, Tanrı'ya kavuştuğu gün olarak kabul edilir. Mesnevi adlı eseri öyküler, alegoriler ve şiirlerle tasavvufi öğretileri, ahlaki dersleri içerir. Divan-ı Kebir (Büyük Divan) şiirlerini, Fihi Ma Fih (İçindekiler) sohbetleri ve konuşmaları, Mektubat (Mektuplar) Mevlana'nın dostlarına ve müridlerine yazdığı manevi öğretilerini ve tavsiyelerini anlatan mektupları içerir. İlahi Aşk ve Vahdet-i Vücud (Varoluşun Birliği) anlayışı onun tasavvufi felsefesinin temel taşlarıdır. Sema Mevlana’nın mistik deneyimlerini, ruhsal coşkusunu, Tanrı’ya olan aşkını ve bağlılığını ifade ettiği geleneksel bir dönme ritüelidir.