Yapısalcılık ve Sonrası


SAUSSURE (1857-1913)


Ferdinand de Saussure, İsviçreli filozofdur. Saussure, modern dilbilimin kurucularından biri olarak kabul edilir. Genel Dilbilim Dersi adlı eserinde, dilin yapı ve işleyişine dair önemli kavramlar sunar, dilin bir sistem olarak ele alınması gerektiğini savunur. Bu bağlamda, dilin anlamının, bireysel kelimelerden ziyade, kelimeler arasındaki ilişkilere dayandığını belirtir.

Saussure, dilin temel birimi olarak işaret kavramını geliştirmiştir. İşaret, bir gösteren (ses ya da kelime) ve bir gösterilen (anlam) arasındaki ilişkidir. Bu ilişki, dilin anlamını belirler. Bilinç dile bağımlıdır ve dil tarafından yapılandırılır. Birey hem dünyaya ve hem de bir dil sisteminin içine fırlatılmıştır.

Langue (dil) ve parole (konuşma) arasında bir ayrım yapan Saussure’e göre, langue toplumsal bir sistem olarak dili ifade ederken, parole bireylerin dili kullanma biçimlerini ifade eder. Saussure, dilin incelemesinde hem zamansal (tarihsel) hem de mekansal (toplumsal) boyutların önemine vurgu yapar. Dilin zaman içindeki evrimi ve farklı topluluklardaki kullanımları üzerine düşünceler geliştirmiştir.

Yapısalcılık, dilsel göstergeler dışında başka gösterge sistemlerinde uygulanan yöntemleriyle, göstergebilim olarak kullanılır. Göstergebilim, işaretlerin (gösterge) anlamı ve işleyişi üzerine çalışan bir disiplin olarak tanımlanabilir. Saussure; dil, sanat, medya ve diğer iletişim biçimlerinde işaretlerin nasıl anlam oluşturduğunu inceler.


BARTHES (1915-1980)


Roland Barthes, Fransız filozofdur. Yapısalcı anlayışı daha sonra postyapısalcılığa evrilir. Barthes, Saussure'ün göstergebilim kuramını geliştirerek metinlerin ve imgelerin anlam oluşturma süreçlerini inceledi. Metinlerin çok katmanlı ve çok anlamlı olduğunu savunur. Metnin, okuyucusu tarafından oluşturulan anlamlarla şekillendiğini belirtir.

Metnin Ölümü adlı makalesinde, yazarın otoritesinin ortadan kalktığını ve okuyucunun anlam yaratmadaki rolünün önem kazandığını ileri sürer. Mitoloji adlı eserinde, modern kültürdeki imgelerin ve anlatıların nasıl ideolojik işlevler gördüğünü tartışır. Bu bağlamda, kültürel efsanelerin toplumsal inşa süreçlerini analiz eder.

Edebiyatın yalnızca bir anlatım biçimi olmadığını; aynı zamanda bir oyun, bir yapı ve bir dil olduğunu savunur. Edebi metinleri, dilin ve yapının nasıl çalıştığını anlamak için birer örnek olarak inceler.

Camera Lucida adlı eserinde fotoğrafın doğasına dair düşünceler sunar. Fotoğrafın hem gerçeklikten izler taşıdığını hem de anlam yaratma süreçlerine katkıda bulunduğunu analiz eder.


DERRİDA (1930-2004)


Jacques Derrida, Fransız filozofdur. Yapısöküm (deconstruction) kavramının kurucusu olarak tanınır. Derrida'nın çalışmaları, dil, metin, anlam üzerine yoğunlaşır.

Metafiziğin varlık-yokluk, ruh-beden, akıl-duygu karşıtlıkları gibi varsayımları düşünme biçimimize, verdiğimiz kararlara, yaşam tarzımıza açık ya da gizli etkilerde bulunur. Dekonstrüksiyon, bu varsayımların denetlemeye ve durdurmaya çalıştığı anlam üreten hareketin kendisine işaret ederek onları açık hâle getirir ve sorgulanmasını sağlar. Derrida farkların bir oyunu olarak düşündüğü bu dinamik harekete différance adını verir. Sadece konuşmanın değil, dünyanın anlamlılığını da bu oyun kurar.

Derrida’ya göre metafizik, varlığı “mevcudiyet” (présence) olarak anlar. Söz, mevcudiyeti temsil etme işlevi bakımından yazıdan çok daha üstündür. Derrida bu tavra logos merkezcilik adını verir. Logos merkezcilik aynı zamanda, bir sesmerkezciliktir (fonosantrisizm).

Derrida’ya göre, metafizik önce bir terimi diğerine tabi hale getirerek karşıtlıkları kurar, sonra da karşıt terimleri bir diyalektik aracılığyla yeniden uzlaştırır. Dekonstrüksiyon metinleri yakn okumaya alır, ele aldığı düşüncenin protokollerine uyar, ama aynı zamanda da metnin sınırlarının çoğul ve kesintili olduğunu göz önüne serer, düşünülmemiş olanın imkanına ulaşma yolunu açar.

Dekonstrüksiyon’da metafizik karşıtlıklar işaretlenerek bunlar arasındaki hiyerarşi sorgulanır ve dönüştürülür. Sonunda çok anlamlılığa açılan bir karar verilemezliğin metafizik karşıtları ürettiği gösterilir. Différance yapısının ortaya çıkmasıyla fenomenolojik redüksiyon ve aşkın bilinç gibi temel kavramlar dekonstrüksyona tabi hale gelir, fenomenoloji bir post-fenomenolojiye dönüşür.

Derrida, sivil toplumu, devleti, hukuku meşrulaştıran söylemlerden şüphe duyar. Ona göre toplumsal sözleşme kuramları, özel mülkiyetten ve sermaye birikiminden kaynaklanan sınıfsal farkları ve eşitsizlikleri meşrulaştırırlar. Derrida’ya göre normların hakikatini istisnalar ortaya koyar. Marx’ın Hayaletleri adlı çalışmasında Marx’ın söyleminin différance felsefesiyle bağdaştığını gösterir.

Derrida egemenlik sorununa değinmiş, çok uluslu şirketlerin, uluslararası örgütlerin egemenliklerinin ele alınmasının gerektiğini düşünmüştür.


FOUCAULT (1926-1984)


Michel Foucault, Fransız filozofdur. Foucault, bilgi ve gücün birbirleriyle nasıl ilişkili olduğunu inceler. Güç bilgisi kavramı, bilginin toplumsal yapılar içindeki güç dinamiklerini nasıl etkilediğini vurgular. Disiplin terimini kullanarak, modern toplumlarda iktidarın nasıl işlediğini analiz eder. Disiplin ve Ceza adlı eserinde, disiplin mekanizmalarının bireyler üzerindeki etkisini tartışır.

Foucault, modern devletlerin, toplumu nasıl yönettiğini ve denetlediğini incelemiş, bu süreçleri biyopolitika kavramı ile adlandırmıştır. Biyopolitika, devletin insan yaşamı üzerindeki etkisini ve yönetimini ele alır.

Kendilik üzerine yaptığı çalışmalarda, bireylerin kendi kimliklerini ve özlerini nasıl inşa ettiklerini sorgular. Bu bağlamda, antik felsefeden modern döneme kadar bireyin kendisiyle ilişkisini ele alır.

Foucault, tarihsel süreçleri anlamak için arkeolojik ve genelojik (soykütüğü) yöntemler geliştirmiştir. Arkeoloji, bilgi sistemlerinin tarihsel katmanlarını inceleyerek, geçmişin düşünsel yapısını anlamaya çalışırken, genealogik yaklaşım, güç ilişkilerinin tarihsel gelişimini araştırır. Foucault, toplumsal normların ve değerlerin bireyler üzerindeki etkilerini de incelemiş, normal olan ile anormal olan arasındaki sınırları sorgulamıştır.


LYOTARD (1924-1998)


Jean François Lyotard, Fransız filozofdur. Postmodernizmin önde gelen düşünürlerinden biridir. Postmodernizm, modern felsefenin akılcılığı, etiği, bilimciliği, liberalizmi gibi büyük anlatılara karşıdır.

Lyotard, Postmodern Durum adlı eserinde, modernizmin büyük anlatılarının (metanarratifler) geçerliliğini sorgular ve toplumda çok sayıda küçük anlatıların (mininarratifler) önemine vurgu yapar, dilin ve anlamın toplumsal bağlamla şekillendiğini savunur. Anlamın, belirli bir bağlamda ve toplumsal ilişkiler içinde inşa edildiğini öne sürer. Lyotard, toplumsal etkileşimin ve anlam üretiminin bir "oyun" olarak düşünülebileceğini ifade eder. Bu bağlamda, iletişimin kuralları ve dinamikleri, belirli oyunlar olarak ele alınır.

Modernizmin ve totalitarizmin eleştirisi, onun düşüncesinde önemli bir yer tutar. Lyotard, küreselleşmenin etkilerini ve bunun kültürel, ekonomik ve toplumsal bağlamda nasıl anlamlandırıldığını tartışır. Küresel iletişim ağlarının çok sesliliği artırdığını ve bireylerin kimliklerini nasıl şekillendirdiğini inceler. Bilgilin ticarileşmesi (bilgi merkentalizmi) ve bilgiyle iktidar arasındaki ilişkiye dikkat çeker.

Lyotard, estetiğin postmodern toplumlardaki rolünü inceleyerek, sanatın, gerçekliğin temsilinden çok, yeni anlamların ve deneyimlerin ortaya çıkması için bir alan sunduğunu savunur. Eleştirel bir bakış açısıyla toplumsal ve kültürel yapıların sorgulanması gerektiğini belirtir.


BAUDRİLLARD (1929-2007)


Jean Baudrillard, Fransız filozofdur. En bilinen kavramları, simülakr ve simülasyondur. Simülakr gerçekliğin yerini alan, onun yerine geçen ve gerçeği temsil eden imgeler veya temsillerdir. Simülasyon ise, gerçeğin yerini alan bu simülakrların oluşturduğu yeni bir gerçekliktir.

Baudrillard, modern toplumların simülakrlar tarafından şekillendirildiğini savunur, kapitalist toplumun tüketim odaklı yapısını eleştirir. Tüketimin sadece mal alımıyla sınırlı kalmadığını, aynı zamanda kimlik ve sosyal ilişkilerin de bir parçası haline geldiğini belirtir. Baudrillard, gerçek ile temsili birbirinden ayırmakta zorluk çekildiğini savunur. Günümüzde, medya ve kültürel imgelerin gerçekliğin yerine geçtiğini ve bunun toplumsal ilişkilerde ve bireylerin algısında derin etkiler yarattığını ifade eder.

Baudrillard, savaşın da simülasyon haline geldiğini öne sürer. Medya, savaşın temsil biçimini değiştirir ve bu da gerçek ile kurgu arasındaki sınırları bulanıklaştırır. Körfez Savaşı Gerçekleşmedi adlı eseri, bu düşünceleri işler.

Baudrillard, aşırı gerçeklik kavramını geliştirir. Bu kavram, gerçek ile simülasyonun iç içe geçtiği, bireylerin gerçekliği deneyimleme biçimlerinin değiştiği bir durumu ifade eder. Aşırı gerçeklikte, imgeler ve temsiller gerçekliğin kendisinden daha fazla etkili hale gelir.


GADAMER (1900-2002)


Hans Georg Gadamer, Alman filozofdur. Gadamer, dilin anlama sürecindeki merkezi rolünü vurgular. Dil, anlamın paylaşılması ve aktarılması için temel bir araçtır ve bu nedenle kültürel bir bağlamda son derece önemlidir. Hermeneutik felsefesiyle tanınır.

Hermeneutik, metinlerin ve anlamların yorumlanması üzerine yoğunlaşır. Gadamer, özellikle tarihsel ve kültürel bağlamın metinlerin yorumlanmasında nasıl bir rol oynadığını vurgular. Anlamın yalnızca bireysel bir anlayışla değil, aynı zamanda diyalog yoluyla da oluştuğunu savunur. Anlayış, kişinin kendi perspektifinin ötesine geçerek başkalarının bakış açılarıyla zenginleşmesiyle gelişir. Gadamer önyargı kavramına olumlu yaklaşır. Önyargılar, bireylerin geçmiş deneyimlerinden gelen ve yeni anlamları şekillendiren önemli unsurlardır. Bu bağlamda, önyargılar anlam üretiminde bir araç olarak görülebilir.

Gadamer, sanat eserlerinin yorumlanmasını da ele alır. Sanat, hem sanatçı hem de izleyici arasında bir diyalog yaratır ve bu diyalog, anlamın oluşumunu destekler.


DELEUZE (1925-1995)


Gilles Deleuze, Fransız filozofdur. Deleuze'ün en önemli eserlerinden biri olan Fark ve Tekrar’da, tekrarı ve farklılığı ontolojik bir mesele olarak ele alır, geleneksel felsefi düşünceleri sorgulayarak, varlığın sürekli bir değişim ve farklılaşma içinde olduğunu savunur.

Deleuze ve Guattari, Rizom kavramını geliştirerek, bilgi ve düşüncenin lineer değil, çok katmanlı ve ağsal bir yapıda olduğunu ifade eder. Rizom, hiyerarşiye dayanmayan, düzensiz ve bağlantısal bir düşünme biçimidir.

Anti-Oedipus adlı eserinde, psikanaliz eleştirisi yaparak, bireylerin arzularını toplumsal yapıların nasıl şekillendirdiğini tartışır. Deleuze ve Guattari, arzunun özgürlükçü bir güç olduğunu, toplum tarafından baskılandığını savunurlar. Deleuze, arzuyu bir makine olarak tanımlar; bu bağlamda, arzu, toplumsal yapıların ve ilişkilerin dinamik bir parçasıdır. Bu anlayış, onun politik ve sosyal eleştirilerinde de önemli bir yer tutar.

Deleuze, sanatın felsefi düşünce ile nasıl iç içe geçtiğini inceler. Sanatın, düşünceyi açığa çıkarmak ve yeni deneyimler sunmak için bir araç olduğunu belirtir. Sinemanın zaman ve mekânı nasıl temsil ettiğini, görsel imgelerin düşünceye katkısını analiz eder.